Destanlara, mitolojiye, efsanelere, söylencelere hatta dinlere -adına ne derseniz deyin- inanmıyor olabilirsiniz. Ben insan hikayelerine ve insan tecrübesine her zaman değer veriyor ve öğrenecek şeyler, çıkarılacak dersler olduğuna inanıyorum. Her bilgi, insanın sürekli geliştirdiği bilgi matrisinde konacak bir yer bulmalı. Bunun için bilgiler hakkında doğru ya da yanlış gibi yargılara varılmadan açık fikirli olmak gerekiyor. Tüm bilgiler hayat denen bu büyük bulmacanın anlamlı bir parçasını çözmemize yarayabilir.
1845’te yapılan kazılar sonucu toprak altında kalmış bir kütüphanede bulunan Sümerleri anlatan tabletlerden öğreniyoruz bu yazdıklarımı. 1862’de çivi yazısı uzmanları Gılgamış Destanı’nın ilk özetini yayınlamışlardır. Gılgamış destanını anlattığı bilinen en eski tablet ise milattan önce 2100 yılına aittir. Sümer geleneğinde sözlü olarak aktarılagelen bu destanın ilk kez milattan önce 2100 yılında yazıya aktarıldığı dikkate alındığında destanı yazan insanların kendi dönemlerinin inanç ve kültürlerinin etkisiyle hikâyeyi kısmen yeniden yorumladıklarını da düşünmek tabiidir. Ancak bu destanları dillendirenlerin tamamen hayal gördüklerini iddia etmek de isabetli olmaktan uzaktır.
Gılgamış Destanı’na geçelim:
Sağlam surlu Uruk Şehri’nin Kralı Gılgamış bir mücadele neticesinde en yakın arkadaşı Enkidu’nun ölümüyle derinden sarsıldı. Bunun üzerine hayatın ve ona verilen şeylerin anlamını sorgulamaya başladı. Eğer sonsuzluk, sonsuz bir hayat yoksa ve bize verilmediyse ne yapmalıdır, verilenler neye yaramaktadır? Bu düşünceler ve dostunun ölümüyle müteessir olan Gılgamış çok uzak diyarlarda yaşayan ve bu sebeple kendisine Utana piştim (çok uzaktaki) denilen bir insana (bundan sonra Utnapiştim) gitme kararı aldı.
***
Utnapiştim’ in insanları Büyük Tufan olarak bilinen hadiseden yaptığı gemi ile kurtarması sebebiyle insanlığın ikinci babası olarak zikredilen Nuh Peygamber olduğu iddia edilmektedir. Büyük Tufan hadisesinin tabletlerde geçen anlatımı olayın İncil’de anlatılışına da büyük ölçüde benzemesinin yanında Tufan hadisesinin Kuran’da da geçmesi dikkat çekicidir.
***
Uzun ve zahmetli bir yolculuktan sonra Gılgamış, bir tünelin kapısına geldi. Bir dağın girişinde bulunan bu tünel yahut mağaranın kapısında iki nöbetçi vardı. Nöbetçilerden biri Gılgamış’ı tanıyarak onun üçte iki tanrı soyundan olup üçte bir insan olan sağlam surlu Uruk Şehri’nin Kralı Gılgamış olduğunu diğerine açıkladı. Önce onun kapısını tuttukları mağaradan geçmesine pek sıcak bakmazlarken Gılgamış’ın kararlılığını görmeleri üzere kendisine Maşu Dağı’nın kapısını açıp zorlu mağaradaki tünelden geçmesine izin verirler. Kapkaranlık bu tünelde Gılgamış 36 mil yürüdü ve Dağın öteki ucundan çıktı.
Tünelden çıkınca Gılgamış, dallarında mücevherler taşıyan ağaçlarla dolu bir bahçeye geldi, güneş ışığında parlayan mücevherlerden yapılmış meyveler ve yapraklar Gılgamış’ın gözünü kamaştırdı. Gılgamış, bu göz alıcı bahçeye büyülenmiş bir şekilde bakıp kısa bir süre için üzüntüsünü, acısını ve yorgunluğunu unuttu. Gılgamış artık göksel tanrıların bahçesine girdiğini düşünüyordu.
Gılgamış burada bir balıkçı kadına rastladı balıkçı kadın ona zamanın başlangıcından bu yana hiç kimsenin bu suların üstünden geçip giderek Utnapiştim’ e ulaşamadığını söyledi. Ancak kendisine bir sandalcının bu yolda yardım edebileceğini söyledi. Sandalcı onu Utnapiştim’ e götürdü. Sandal kıyıya yaklaşınca Utnapiştim “Sen kimsin neden buraya geldin?” diye sordu.
Gılgamış, “Ben sağlam surlu Uruk Şehri’nin Kralı Gılgamış” dedi. Güneşin doğduğu gibi dağları doğudan aştım ve çok uzun bir yoldan geliyorum dedi. Tepelerin vahşi yaratıklarını ve ovalardaki panteri kovalayan, dağlara benimle tırmanan, benimle her türlü zorluğa göğüs geren, bana her şeyin üstesinden gelmemde yardımcı olan, göklerin boğasını yakalamamda ve öldürmemde bana yardım eden, Sedir Ormanında Humbaba’ yı öldürmem de bana yardımcı olan sevgili arkadaşım Enkidu bütün insanlarla aynı kaderi paylaşarak öldü. Yedi gün yedi gece Enkidu’ nun cesedi üzerinde ağladım. Üzüntü ve yakarışlarımın onu sonsuz uykusundan uyandırmasını bekledim. Sonra, Enkidu öldüğü için kendi ölümümden de korkmaya başladım. Bu durumda nasıl sessiz ve sakin olabilirim, çok sevdiğim arkadaşım toprak oldu. Zamanı gelince benim de toprağın kalbine başımı yaslayıp sonsuzluk uykusuna dalmam mı gerekiyor? Seninle ölüm ve yaşam hakkında konuşmak istiyorum. Senin sonsuz yaşamı bulduğunu ve Tanrılar Meclisine katıldığını biliyorum. Ben de yeryüzünde sonsuza dek yaşamak istiyorum. Bana ne biliyorsan anlat ki ben de senin gibi yaşayabileyim dedi.
Utnapiştim ona Ey Gılgamış, hiç sonsuza dek ayakta kalan bir ev inşa edebiliyor muyuz? Tartışmaları sonsuza dek sürdürebiliyor muyuz, kardeşler mal varlığına sonsuza dek eşit paylar halinde bölebiliyorlar mı, nefret sonsuza dek sürüyor mu, nehirler sonsuza dek taşıyor kıyılarını basıyor mu? Eski zamanlardan beri hiçbir şey kalıcı olmadı. Çoban ve soylunun kaderleri aynı: Ölüm! Utnapiştim Şöyle bitirdi: Göksel tanrılar mecliste toplandıkları zaman bütün insanların kaderine karar verir yaşamı ve ölümü belirler ancak hiç kimsenin ölüm gününü açıklamazlar.
Gılgamış Utnapiştim’ e şöyle dedi: Senin sonsuz günlerce yaşayabileceğini biliyorum fakat görüntün tıpkı benimkine benziyor. Hiçbir farklı yanın yok, her yönden bana benziyorsun. Senin benimle savaşmak isteyebileceğini ummuştum, fakat burada sırt üstü tembelce uzanıyorsun. Söyle bana, sen sonsuz yaşama nasıl sahip oldun ve Göksel Tanrılar Meclisi’ ne nasıl katıldın?
Utnapiştim Gılgamış’a “sana tanrıların bir sırrını açıklayacağım” diyerek önce Büyük Tufan’ın nasıl gerçekleştiğini ve ardından Göksel Tanrılar Meclisi’ ne nasıl kabul edildiğini anlattı. Bilahare Gılgamış’a sonsuz günlerce yaşayabilmek için tanrılar gibi güçlü olması gerektiğini ama bilakis bir insan gibi zayıf olduğunu hatırlattı. Utnapiştim zayıflığını göstermek için ona bir test hazırladı, ona bu testi bile geçemeyeceğini ona söyledi. Test uyumamaktı. Yedi gün boyunca uyumamasını ondan istedi. Ancak Gılgamış çok uzun bir yoldan geldiği ve çok yorgun olduğu için hemen uykuya yenik düştü. Bunun üzerine uyanınca Utnapiştim ona testi geçemediğini açıkladı ve kendisine verilmiş güç, bilgelik ve diğer nimetleri sayarak onu teselli etti. Nihayet, ona bir armağan vererek ülkesine uğurlayacağını söyledi. Ona suların içinde yetişen gül gibi bir dikenli bir bitkiden bahsetti. Bu bitki seni ölümsüz yapmayacak ancak yaşadığın sürece seni genç ve güçlü tutacak dedi. Ancak geri dönüş yolunda onu geçmek zorunda olduğu sularda bir yılana kaptırdı.
***
Gılgamış Destanı’nın bir kesitinin belki de özetlenebilir en kısa halini aktardım bu yazıda. Yazının amacı eski unutulan bilgileri tekrardan nazar-ı dikkate arz etmek ve yeni düşünce ufukları açmaktır. Destan’dan ulaşılabilecek en temel neticeyi sözü uzatmadan şöyle özetleyebilirim: Ölümsüzlüğün sırrı hep aranmıştır. Ancak her insan gibi biz de bedenen ölümsüzlüğe sahip değiliz. Bedenen ölümlü olduğumuza göre, yani bize verilenler arasında bedenen ölümsüzlük ya da sonsuzluk olmadığına göre, bize verilen diğer güç ve imkanlara odaklanabilir, onları daha çok takdir edebilir ve geliştirebiliriz. Belki daha da ileri giderek manen ölümsüz olacak işler yapabilir ya da keşfedilmemiş iç dünyamıza doğru mistik bir yol izleyebiliriz. Belki de yazıyı bitirmek için en güzel yol okuyucuyu, cevabı bilinmeyende ve bu yazının satır aralarında saklı olan bazı sorularla baş başa bırakmaktır.
- Utnapiştim’ in yaptığı ölümsüzlük testi denenebilir mi, uyumamak ölümsüzlüğe giden bir yol mudur?
- Ölümsüzlüğe erişilemese bile yüzlerce yıl yaşamak mümkün müdür?
- Utnapiştim’ in Gılgamış’ a armağan ettiği bitki nedir? Şimdi nerededir?
- Tanrı yahut tanrılar kimdir? Yarı-tanrı olanlar da var mıdır? Bunların göksel tanrılardan farkı nedir?
- Göksel Tanrılar Meclisi diye bahsedilen meclisin mahiyeti nedir? Burası neresidir?
Hocam kaleminizden yeni yazılarınızı merakla bekliyorum
İnsan belki de yazarak bulmuştur ölümsüzlüğü. Yolda/yolculukta ilk adım. Bu ve bunun gibilerini Celal hocamın kaleminden okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Great legand of us
Çok etkileyici destan thanks