“Çünkü Karadenizli olmak, Türk’ün içindeki dalganın sesidir.”
Bir Karadenizli değilim…
Ama çevremde tanıdığım çok Karadenizli var.
Ve ne zaman bir Karadenizliyle oturup iki laf etsem,
anlıyorum ki mesele memleket değil, karakter meselesi.
Karadenizli dediğin, haritada değil yürekte yaşar.
Bir çay döker, içinde deniz kokusu vardır.
Bir horon vurur, ayak sesi değil, vatanın kalp atışı duyulur.
Bir bakışı vardır dalga kadar sert,
ama altından geçersen bir o kadar sıcaktır.
Dalga Gibi Dürüst, Dağ Gibi Dik
Karadenizli olmak;
dağda yetişip rüzgârla büyümek,
dalganın önünde değil, üstünde yürümektir.
Yağmurdan korkmaz, rüzgârla kavga eder,
ama kimseye eğilmez.
Hamsisi küçüktür ama bir milletin bereketidir.
Çayı incedir ama bir muhabbetin ağırlığını taşır.
Horonu serttir ama birlik olmanın sembolüdür.
O yüzden bir araya gelince herkes Karadenizli olur.
Çünkü Türk milleti, aynı fırtınanın çocuklarıdır.
Kimi İç Anadolu’nun rüzgârında savrulur,
kimi Ege’nin güneşinde pişer,
kimi Karadeniz’in dalgasında çelikleşir.
Ama hepsinin yüreğinde aynı ritim çarpar:
Vatan.
Fırtına Gibi Milliyetçilik
Karadenizli’nin milliyetçiliği bayrak sallayarak değil,
dalga gibi vurarak kendini gösterir.
Sahildeki taşa çarpar, “Ben buradayım” der.
Rüzgârla yarışır, “Ben Türk’üm” dercesine dimdik durur.
Ne alkış ister, ne teşekkür…
Yeter ki memleket ayakta dursun.
Ve işte o yüzden, ben Karadenizli olmasam da,
Karadenizli’nin hırçınlığında Türk milletinin ruhunu görürüm.
Çünkü o dalga sadece kıyıya değil, yüreğimize vurur.
Bir Karadenizli değilim belki,
ama bilirim:
Karadenizli olmak, fırtınada gülmeyi bilmek demektir.
Dağ gibi dik durmak, çay gibi kaynamak,
ama asla taşmamak…
Bir araya gelince herkes Karadenizli olur,
çünkü bu milletin her ferdi,
o hırçın denizin içinde yoğrulmuştur zaten.
Kimi denizle dalga geçer,
kimi kaderle...
Ama son söz hep aynıdır:
“Ne mutlu Türküm diyene!”





