Sevgili okurlar, önemli bir seçimi geride bıraktık. Ancak aşırı önemsenen Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura -28 Mayıs- kaldı. Kuşkusuz “dağ fare doğurmadı”. Kimi çevrelerde beklenti farklı olsa da kamuoyu yoklamaları, nesnel araştırmacılar, önemli toplum bilimciler ve siyasal bilim insanları yaklaşık bugünkü sonuçları beklemekteydiler.
Yapılan ittifaklar- kümelenmeler-program ve oluşturulan ilkelerin tamamına yakını “öteki/ötekiler” üzerine söylenen ve yapılacaklar üzerineydi. Oysa, ülkemizin temel sorunsalını, öncelik ve gereksinimlerini saptayıp, bunlara dönük çözümü belirli ilke ve program dahilinde topluma sunmak yapılması gereken ilk adım olmalıydı. Elbette olumlulukları, programları tamamen yok saymıyorum. Bunun gerçekliği ve uygulanırlığı belli ilkeler/olmazsa olmazlar barındırır. Salt sevimli görünmek, gülücük dağıtmak, insani değerleri öne çıkarmak yetmeyebilir, yetmedi de. Eldeki olanak ve koşulları doğru çözümlemek, siyasal önderlerin görev ve sorumluluğundadır.
Yapılan nicel hesaplar, uzun erimli olmayan/olamayacak birliktelikler büyük atılım ve dönüşümleri başaramaz! Ülkemizin ve Cumhuriyet Devrimimizin yıkıma uğratılan “tersaneleri”, eğitim kurumları, sosyal ve kültürel/sanatsal edinimleri, birikim ve kazanımları sayısal ve kısır hesaplarla kurtarılıp yoluna konulamaz! Zaten kimlerin bunu ne derece amaçladığı da oldukça tartışmalı ve kuşkuludur! Burada kimi siyasi partilerin kurumsal kimliklerinden değil, onlara egemen olan siyasi ilkesizlik/tutarsızlıktan, çıkarcılıktan, “adam sendecilikten” ve kadro/politikalardan söz etmekteyim.
Öte yandan anti emperyalizm vurgusu, bağımsızlık tutkusu hamaset sınırları içerisinde kalmadı mı? ABD ve NATO bileşenlerine cepheden karşı çıkmak yerine onlardan “medet ummak” ayıbı “küresel dünya” safsatasıyla nasıl açıklanır? Yine Cumhuriyetin ve halkın vekilleri olduklarını, bağımsızlık düşkünü olduklarını, savaşa karşı olduklarını dillerinden düşürmeyen, “Sol” , “Kemalist”, “Sosyalist” değer ve ilkeleri kimselere bırakmayan parlamento ve medya düşkünleri o gün Mecliste yoktunuz! En büyük savaş aygıtı olan NATO’ ya hayır diyemiyordunuz! Demediniz de! O günkü meclis oturumuna katılan iktidar bileşenlerinden çok daha fazla sorumlusunuz, katılıp “hayır” diyemeyenlerle birlikte!
Hele seçime ramak kala Rusya’yı suçlamak, komşu ve bölge ülkelerini tedirgin edip kuşkuya düşürmek neyin nesi idi! -Bu tutarsızlık ayrıca halkımız nezdinde kaygı ile karşılanmış, bana göre sandığa da büyük oranda etki etmiştir! -
Ancak süreç bitmemiştir, hiçbir zaman da bitmez. Sadece hata ve yanlışların bedeli ağırlaşır, bunu önlemek olası. Ben ülkemiz insanının “aptal”, “geri zekalı” “kara cahil”, “bizi anlamıyor” vb. türünden yapılan üstenci değerlendirme ve yargılara katılmıyorum. Böylesi tutum sergileyenlere de şiddetle de karşı çıktığımı dostlarım ve siyasi muhataplarım bilir. Burada amaçlanan hataların sıfırlanmasından öteye azaltılması ve düzeltilmesine ilişkin öneri ve öngörü katkısı.
Bu bağlamda “Türkiyeci güçler” in yeterince bir araya getirilemediği kanısındayım. Sistemin yıpratıp büyük oranda çöpe attığı artıklardan yararlanmak ve nicel matematikle cebelleşmek doğru olmamıştır. 14 MAYIS Seçimleri, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili oran ve dağılımı bunu göstermekte. Niteliğe dudak büken, Akademiyi umursamayan, medyatik ve ünlü arayışını önceleyen, halk dalkavukluğunda pişen, büyük ölçüde “dönen” kimi kişilikler el üstünde tutulmuş! “Anadolu İhtilali” nin amaçladıklarını küçümseyen/yok sayan - ki bunlar Anadolu Kurtuluş öyküsünün Cumhuriyet Devrim ve atılımlarının, kamuculuğun, halkçılığın ve devrimciliğin ta kendisidir! -anlayış parlatılmış.
Bundan yararlanmak samimi istekten ve önyargılardan arınmaktan geçer. Beni böyle düşündüren/konuşturan siyasal aidiyetlerin katı/despot yapılarından, “ben bilirim” tavrından, önder sultasının getirdiği hiyerarşiye, katı merkeziyetçi tutumuna ve tapınmaya varan dogmatizmle ülkemizin düşürüldüğü durumdan çıkış adınadır.
Oluşan Meclis dağılımını bir yana koyarak yapılanmaların niteliğine bakmak, buna uygun taktik/siyaset geliştirmek, parlamento dışı partilerle, kitle örgütleriyle öncelikli ilişkiye geçmek, ayağı gerçekten Türkiye topraklarına basan bütün güç ve çevreleri 28 Mayıstan sonraki program oluşumuna ve yürüyüşüne davet eden samimi çağrıyı hemen bugünden yapmak tarihsel bir görevdir. Ötelenemez bir sorumluluktur da!
İlgiliye not: Bu yazının devamı 28 MAYIS Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ nden sonra yazılacaktır.
28 mayısı bekliyor ve kutluyorum.