Sevgili dostlar/okuyucular, günlük ve de sosyal yaşamın önemli bir bölümü bizim irademiz dışında da olsa siyasal söylem ve etkileşim içinde geçiyor. Kimi zaman eleştiriden öte sözler ve biçem çirkinleşince -özellikle “dost” bildiklerimizden- yazma, konuşma, söyleşme, paylaşma isteği azalıyor. Ancak buna karşın sorumluluk duygu ve düşüncesi yine de baskın geliyor -en azından ben öyle düşünüyorum-. Bu yaklaşımla, çok ciddiye alınmayacak kısır polemikleri, ihtiras-kapris-öfke-nefret-kin saçan tavır/tutumları, önyargıları ve kişisel nedenleri bir yana bırakmaya çalışarak düşünce üretmeye, paylaşmaya özen gösterdim, göstermeye de devam edeceğim!
Bu ön paragrafı yazma nedenim son seçim sonuçlarını salt ölçü alarak “veryansın” eden, yakınan, polemiklerle, kişilerle uğraşan, “günah keçisi” arayan, fotoğrafın bütününden -Türkiye Sosyolojisinden- hepten uzaklaşarak enerji tüketen, kendini öğüten ve “sistem” içinde giderek eriyip-yiten anlayış ve örgütlenmeleri bir ölçüde de olsa uyarmak, belki sarsmak; yurtsever duygu ve düşüncelerini toplumsal gerçekçi çözümlemelerle buluşturmak çabası denebilir. Tıpkı Kuruluş-Kurtuluş- Dönemlerinde olduğu gibi! Tıpkı Cumhuriyetin ilk 15-20 yıllarında olduğu gibi! Tarihi ve yaşanmışlıkları, uzak deneyimleri günümüzü kotarırken dikkate almak gibi!
Ülkemizin içinde bulunduğu açmazı/çıkmazı örnekleriyle, yaşanmışlıklarıyla yinelemeyi, yeni örneklerle durum saptaması yapmayı gereksiz görüyorum, patinaj sayıyorum. Buna karşın unutulan/unutturulan kimi olmazsa olmazları anımsatmakla kalmayıp vurgulamak bir yurttaş olarak ertelenemez görev ve sorumluluğumuzdur diye belirtmem gerekir. Peki nedir bunlar?
Oluşturulan TBMM, Cumhuriyet tarihinin en gerici, en bölücü gücüne/sayısına ulaştı. İktidarın yirmi yılı aşan egemenliğinin en rahat meclisi denilebilir. Tarikatların/cemaatlerin sadece iktidar bileşenlerinden değil hemen her partiden mecliste büyük oranda bulunduğu bir gerçek. Artık kendilerini gizlemiyorlar da. Anayasayı, kuruluş felsefesini ve Cumhuriyet Devrimini ve aydınlanmayı reddeden, etnik ve dinsel temelli bölücü ve yıkıcı çevrelerin ve Emperyalist merkezlerin piyon ve aparatları da mecliste.
Seçim öncesi tüm bileşenleriyle Cumhuriyetçi bir seçeneğin, stratejinin oluşturulamadığını kabul etmek erdemdir. Bir araya gelenlerin bir bölümünün bu ruh ve anlayıştan uzak durduğunu anlamamak gibi siyasi öngörü yoksunluğu yaşandığı açık iken bunda ısrar etmek tarihsel bir hatadır. Bu özeleştiri düzlemi netleşmeli. Kişileri konuşmak yerine ilkeleri yüz yıldan öncedir bilinen 1927 ve 1931 tarihlerinde Kurultaylarca kabul edilen, Anayasa ve yasalarla korunması kayıt altına alınan “Cumhuriyet Gemisi”nin, şaşan/şaşırtılan rotasını düzeltmek ve buna uygun programı oluşturmak seçimden önce yeterince kavranamayan -biraz da göz ardı edilen- görevdi. Bugün birilerinin ayak oyunları ve sistem içi çirkinliklerle, ilkesiz/programsız, “yeni” ama ne idüğü belirsiz, yarayı pansuman çabası ve görüntüsüyle toplumu sistem içinde oyalamasına izin vermemek de yeni öncelikli görev olmalıdır.
Önce Cumhuriyet Devrim ve kazanımlarının korunması/geliştirilmesi ve arasız devrimlerle sürdürülmesi stratejisinden bütünüyle uzaklaşıldığını, dahası Cumhuriyet Ütopyasına savaş açıldığını tartışmasız görmek/saptamak gerekir. Burada yaşanacak ikilem rotamızı şaşırtır! Yeni örnekler vermek istemiyorum ama, eğitim ve bilimin, akıl ve vicdanın, ahlakın/yasanın/hukukun evrilip yok edilme sürecinin yeni anayasa ile biçimlenme aşamasına gelinmiş olması yetmez mi? MEB ve Eğitim kurumlarımızın, Akademinin iğdiş edilmesi, tarikat-cemaat ve DİB’ in hurafeyi öne çıkarıp toplumu biçimleme örnekleri yetmez mi? Özgür birey, çağdaş, uygar, düşünen, üreten, yaratan insan yerine, kul/ ümmet/tebaa oluşturma çabasının yaygınlaştırılarak kabul ettirilmesi yetmez mi? “Dur bakalım ne olacak!” diyen ev sahibi örneği gibi neyi bekliyoruz?
Çözüme ilişkin çok şey söylemek olası, söyleniyor da. Ancak sorunu doğru saptayıp ona göre program ve strateji belirlemek esastır. “Temel Çelişme”, Baş Çelişme”, “Öncelikli Olmayan Çelişme” kavram ve söylemleri her aşamada olduğu gibi bu aşamada da çok önemlidir. Toplumsal çözüm ve reçetenin ana ekseninin bu olduğu unutulmamalıdır. Daha açıkçası toplumsal soruna nasıl bakıldığı, temel sorunun ne olduğu, hangi çelişmelerin önce geldiği, ilkelerin neler olduğu, buna uygun düzlemin/birlikteliğin nasıl oluşturulacağı açık ve net olmalıdır. Yapay birliktelik ya da “demokrasi” ve “uyum” adına, sistem taktikleriyle oyalanıp, kişilere yönelik matematik hesaplarla uğraşıp sistemin çarkı içerisinde öğütülüp yok olmayı özelikle son bir yıldır ve son seçimlerde fazlasıyla yaşamadık mı?
İlgiliye not: Gelecek yazımda “çözüm” formülleri irdelemesiyle konuya devam edeceğim. Düşünmeniz dileğimle…