Toplumumuzda kimi beklentiler gerçekleşmeyince “ben demiştim” türü sözler, gerekçeler -mazeret üretmeler-, yakınmalar, dahası karalamalar yoğunlaşır. Sonuca yönelik sözler çarpıcı olarak öne çıkar, akılcı/bilimsel değerlendirmeler “mahkum” edilir. Eksikler, yanlışlar ve hatalar çoğu kez başkalarındadır artık. Gereken yapılmış, ancak birileri bizi eksik ya da yanlış anlamış, birçok kesim de anlamak istememiştir(!) Bunların yanında karşı “takımın” “faulleri” ve “kural dışılığı”, “yasa ve hukuk tanımazlığı” da üstüne üstlük olmuştur, yapılacak pek bir şey de kalmamıştır artık(!)
Sevgili okurlar 14 Mayıs Seçim sonuçlarına ilişkin kısa bir değerlendirme yaptığım bir önceki yazımda, 28 Mayıs -ikinci tur- tan sonra bu yazının devamı gelecek diye not düşmüştüm. Ben çok bilmem ama, biraz da sonucu öngörmekle ilgili bir durum galiba. Toplumsal/siyasal savaşımın hiçbir zaman denk ya da eşit güçler arasında yapılmadığını, hemen her zaman sınıfsal ve devlet gücünü arkasına alan bir “egemen uzlaşı” nın baskın çıktığını ve koşulları “biçimlediğini” nedense unutur olduk? Buna karşın yaşanan gerçekliğe uygun siyaset ve strateji belirlemek, öncü ve önder olduklarını savlayanların sorumluluğundadır, görevleridir de.
Çirkinlikler, iğrençlikler yarışının kazananı olmaz. Eğer girmek zorunda kalırsanız en az çamurla/pislikle günü kurtarmanız ve sonrasına en az kayıp ve deneyimle başlamanız gerekir. Koşullama ve güdüleme savaşımının siyaset olduğu “mavalı” büyük çoğunluğa yutturuldu. Bunu gören asalak siyasetçi ve yapılar yangına körükle koşarak nemalanma yarışında pervasızlaştılar. İdoller ve “ilahlar” oluşturulunca büyük toplumsal kesitler bilinçli arayış yerine bir çeşit cemaate dönüşen aidiyetine bağlılığı pekiştiren “kalabalıklar” a evrildi. Böylesi “kalabalıklar/yığınlar” yapay da olsa sürekli yengiye -galibiyete- bağlı ayakta kalabilirler. Küçük rüzgarlarda sarsılmak, yıkılmak yazgıları olur.
Kiminle bir araya gelmek, ne için bir araya gelmek, hangi güçleri yanına almak ya da almamak… Bütün bunlar ilkesel ve program düzeyinde netleşmesi gereken konular olmalı. Ayrıca neyi amaçladığınızın somut tanımı ve siyasi abc’ si -ideolojisi- olmalıdır. Söz konusu ilkeler/program/ideoloji ve strateji tarihimizin sayfalarında, Kuruluş/Kurtuluş savaşımımızda vardır, İlk Meclis’te vardır, Cumhuriyet ilanında vardır, Anayasalarımızın emredici yargılarında vardır, ilk on beş yılın arasız devrimlerinde ve anlayışında vardır. Günümüzün Kemalist, Ulusalcı, Devrimci, Solcu ve Sosyalistlerinde vardır ve hiç eksilmeden korunmaktadır da.
Bu Türkiyeci gizilgüç -potansiyel- neden yeterince dikkate alınmaz! Gizli-saklı değil açıktır ve nettir de. Bu gizilgüç yerine “çakma”, “devşirme”, “dönek” denilebilecek, aslını yadsıyan, “değiştim-geliştim” büyüsüne kapılan “liberal” “eski solcu” artıkları ve ikiyüzlü “siyaset simsarları” ile nereye varılabilirdi. Anayasa’nın ilgili maddeleriyle alay edercesine aşağılayıp “Kuran ayeti mi ki değişmesin” diye açıkça suç işleyenlerle seçimler kazanılsa bile ne yapılacaktı? Sistem içi kimi rötuşların dışında köklü sonuç alınamayacağı, dahası yeni ödün ve kayıplarla uğraşılacağının işareti çoktan verilmişti oysa! Rotası yitirilen Cumhuriyet Devrimi rotasına/rayına böyle oturtulamazdı! Kuşkusuz birilerinin ihtiras-öfke -kini ya da ego’ su tatmin olur, “ yengi” nin verdiği küçük mutlulukla avunurlar, halk yazgısı ile baş başa kalır, bir başka baharı beklerdi. -Şimdi olduğu gibi!-
Bilimsel gelişimin teknik boyutunu dikkate alıp düşünsel boyutunu, güncel koşulları ve toplumsal gereksinimleri, insan-birey-yurttaş ütopyalarını dikkate almadan siyaset üretmek sistem içi arayışların ötesine geçemez. Ülkemizin toplumsal yapısı doğru çözümlenmediği ve buna uygun çözüm/reçete yaygın kabul görmediği sürece atılacak adımlar eksiktir, güdüktür. Ayrıca büyük bir emek ve toplumsal güç kaybıdır da. Çelişmeler öncelikli ve doğru sıralanmaz ise başarı düş değil hayaldir! Sistem içi arayışlara tutsak olan bileşenler, sistemin uluslararası merkezleri ve yerli işbirlikçilerine karşı gelemezler, göstermelik çıkışlarıyla halkın nabzını tutmaktan öteye de gidemezler. “Sistem değerleri” ve önceliklerini değil de Cumhuriyet Ütopyasını, Kemalist Devrimi ve İlkelerini, rayından çıkan Cumhuriyet Trenini rotasına oturtmak Türkiyeci gizilgüçte vardır!
İLGİLİYE NOT: Gelecek yazımızda bu gizilgüçten ve toplumsal/siyasal bileşenlerinden söz etmeye çalışıp, 28 Mayıs sonrası ROTA arayış ve çabamızı sürdüreceğiz.