Özgür düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı birçok etken etkiliyor kuşkusuz. Genel yönetsel baskılar, güncel koşullar, nesnel olmayan güç ve dengeler diye uzatılabilir. Feodal yargı ve geleneğin yaygınlaştığı, Cemaat/Tarikat yapılanmasının Devlet katında ve ülke sathında zirve yaptığı, Cumhuriyet Devrimi’nin geliştirilmesi bir yana korunmasının dahi suç sayıldığı, hukuksuzluğun ve yasa/anayasa tanımazlığın “ayyuka” çıktığı dönemden geçiyoruz.
İktidar bileşenleri ve karşısında olduklarını sıklıkla dilinden düşürmeyen, muhalefetin nicelik olarak büyük kesimi, yazılı ve görsel basını ile, sosyal medyası ile özgür düşünme, üretme/yaratma gücünü adeta tutsak etmekte. Siyaseti aynı ya da benzer sistem içi “çözüm”cüler, söz yarışı ile gerçek çözümü ve büyük gücü gölgelemek peşindeler. Yurt ve dünya gerçeklerine iki benzer pencerenin dışında bakmanın yok sayıldığı, düzen içi boğuşmanın tek siyasi çalışma sayıldığı bir kısırlık söz konusu. Ben bugün gündemi kısırlaştırıp kitlemek isteyen, kendi öznel çıkarlarını ülkemizin/halkımızın vazgeçilemez çıkar ve geleceğine yeğleyenlere dikkat çekerek, sorunsala katkı sunmaya devam etmek isterim.
Sistem içi verimsizliği ve yozluğu vurgulamanın yanında daha önemli olan, sistem dışı arayışların altyapısının örülmesi, buna uygun örgütlenmelerin, siyasi partilerin ilkeler ve program düzeyinde birlikteliği diye düşünüyorum. Bu bağlamda ülkemizin geleceğini sistem içi/reformist arayışlarda görmeyen çevrelerin önder ve kadrolarının, akademisyenlerin kısır polemiklere muhatap olup ekranlardan “öğüt” yağdırmalarını, söz yarışına girmelerini enerji kaybı olarak görüyorum. Oysa çoğu saygın bu beyin takımı yüreklerini de ortaya koyduklarında egemenin/sistemin sarsıntı geçireceği sosyolojik bir gerçeklik. Bu sarsıntının yol açacağı enerji, toplumsal düzeyde bir sinerjiye neden evrilmesin ki. Yinelemekte yarar görüyorum enerjinin boşa çıkmayıp sinerjiye dönüşüp halka ulaşması ve sonuç vermesi, bu topraklarda yaşanmış tarihsel örneğiyle bütün dünyaya kanıtlanmıştır. Tam da bu aşamada ilkelerin, programın, ütopyanın içini doldurmak, halka ulaşımını sağlamak, içselleşmesine katkı sunmak siyasi öncülerin, akademisyenlerin, aydınların, tüm Cumhuriyet yurttaşlarının dayanışma ile başarabileceği bir görev bilinmelidir.
Ülkemizi yaklaşık yetmiş yıldır yöneten anlayışı yineleyip tartışmak, özellikle son yirmi yılda patinaj yapmanın zamanı değil. Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimi’nin kesintiye uğradığı yıllardan sonra geldiği son durum tartışılamayacak denli çarpıcı/korkunç! Bunu ancak deve kuşları göremez. Yeni deve kuşları olarak tarihte yer almak istemeyenlerin sorumluluğu belirleyicidir ve tarihsel olacaktır!
Bu saptamaları yaptıktan sonra ülkemizin sorunlarına köklü-köktenci/radikal çözüm bakışının zorunlu olduğu düşüncesi öne çıkacaktır. Kuşku yok ki zor ve çileli bir yolculuğun tercihidir bu.
Böylesi bir yolda günümüz siyaset arenasında yapılagelen siyaset etiğini reddetmek ilk tercih olmalı!
Halk dalkavukluğunun suç ve “ayıp” sayıldığı, gerçek Halkçılık ilkesini diğer Devrim ilkeleriyle bütünleştirildiği bir tercih!
Siyasetten beslenmek ve gelecek tesis etmek/ikbal kaygısını baştan reddetmek tercihi!
Kişi merkezli kurtuluş reçetelerini reddetmek tercihi!
Kısaca Türk Devrim Tarihinin iki yüz yıla yaklaşan birikiminin temsilinin tercihi!
Özellikle son yüz yıllık Cumhuriyet Devrimi’nin ilk yirmi yılını kararlı savunabilme tercihi!
Yine bu yılların toplumumuza kazandırdığı eğitim-kültür-bilim, sağlık vb. alanlardaki atılımları, aydınlanma ve “Arasız Devrim” İlkelerini benimseyip kabullenme, savunma ve sürdürme kararlılığının tercihi!
(……….)
Seçilen ve çoğaltılabilecek öncelik ve tercihlerin alt yapısı Türkiye toplumsal yapısında var mıdır sorunsalı çok tartışmalı ve hassas bir konudur. Özellikle basında ve sosyal medyada, bilinçli ya da bilinçsiz bir kara propaganda hız kesmiyor. Sistem güçleri ve bunlara aldanmışlarda çokça yaygınlaşan “bu emeklilerle”, “bu kadınlarla”, bu gençlerle”, yani “bu halkla bir şey olmaz” üstenci hastalığı/salgını sistem içi arayış sonuçlarının bir sonucu ve hüsranıdır. Ve tarihsel yenilmişlik yıkımının/psikozunun son görüntüsüdür!
Öyleyse son yazılarımda ısrarla dillendirdiğim uzun erimli ve stratejik yaklaşım yine öne çıkıyor. Seçimlere kilitlenen -halkı da buna inandıran- kimi siyasiler bu çıkmazdan kurtulmalı, dar pencerelerden değil çatıdan bakma, ufkunu görmeliler artık!
Çatıdan Türkiye’ye/dünyaya bakılınca kimlerle hangi ilkeler ve programla bir araya gelineceği kendini gösteriyor. Çıkmaz sokaklar netleşiyor, Rota belirginleşiyor.
Cumhuriyet Devrimi Merkezinde birleşmek öncelikli adres olmalı.
Bu bağlamda her türlü yerli/yabancı gericiliğin-yozluğun-cemaat/tarikat örgütlenmelerinin emperyal temsilcilerin önüne geçmekte kararlı olmak,
Kesintiye uğratılan Türk Devrimi’nin tekrar rayına oturtmak:
Bunun için “Karma Ekonomi ”ye dayalı kamucu-halkçı kalkınma planı,
Bunun için, eğitim-kültür-spor-sağlık gibi halkın yurttaşlık bilincini geliştiren öncelikler,
Bunun için “Türk Devrim Yasaları” nın eylemsel olarak uygulanması, “Aralıksız Devrim” anlayışının yeniden uygulanması koşullarının hazırlanması,
Dış ilişkiler açısından;
Yeni dünya dengelerini doğru görmek, ulusal çıkarlarımızı buna göre biçimlemek, “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini doğru kavramak,
Bunun için NATO-ABD-AB’ ye karşı tutum net olmalı,
Bunun için RUSYA-İRAN-SURİYE-IRAK başta olmak üzere komşularla ilişkiler net olmalı,
Bunun için “Denge Siyaseti” yerine ülke çıkarlarını gözeten kararlı ve bağımsız bir politika öne çıkarılmalı…
Cumhuriyet Devrim ve İlkelerinden, “Altı Ok”un hiçbirinden ödün vermeden, Tüm saldırılara karşın, Türkiye’nin Halkçı-Devletçi, Yurtsever, Ulusalcı, Laik Devrimci, Kemalist ve Sosyalistlerinin birlikteliğiyle –“TÜRKİYECİ GÜÇLER” (1)- bunun başarılacağına güveniyorum.
- Birilerinin son günlerde “Türkiyeci görünmek” adına ağızlarına yakışmayan biçimde kullanmaya çalıştıkları bu söylem, “Kurtuluş Savaşı” ile başlayan savaşımın, Altmışlı Yıllarda daha da yükselen Devrimci Dalgasının simgesidir
Özgür düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı birçok etken etkiliyor kuşkusuz. Genel yönetsel baskılar, güncel koşullar, nesnel olmayan güç ve dengeler diye uzatılabilir. Feodal yargı ve geleneğin yaygınlaştığı, Cemaat/Tarikat yapılanmasının Devlet katında ve ülke sathında zirve yaptığı, Cumhuriyet Devrimi’nin geliştirilmesi bir yana korunmasının dahi suç sayıldığı, hukuksuzluğun ve yasa/anayasa tanımazlığın “ayyuka” çıktığı dönemden geçiyoruz.
İktidar bileşenleri ve karşısında olduklarını sıklıkla dilinden düşürmeyen, muhalefetin nicelik olarak büyük kesimi, yazılı ve görsel basını ile, sosyal medyası ile özgür düşünme, üretme/yaratma gücünü adeta tutsak etmekte. Siyaseti aynı ya da benzer sistem içi “çözüm”cüler, söz yarışı ile gerçek çözümü ve büyük gücü gölgelemek peşindeler. Yurt ve dünya gerçeklerine iki benzer pencerenin dışında bakmanın yok sayıldığı, düzen içi boğuşmanın tek siyasi çalışma sayıldığı bir kısırlık söz konusu. Ben bugün gündemi kısırlaştırıp kitlemek isteyen, kendi öznel çıkarlarını ülkemizin/halkımızın vazgeçilemez çıkar ve geleceğine yeğleyenlere dikkat çekerek, sorunsala katkı sunmaya devam etmek isterim.
Sistem içi verimsizliği ve yozluğu vurgulamanın yanında daha önemli olan, sistem dışı arayışların altyapısının örülmesi, buna uygun örgütlenmelerin, siyasi partilerin ilkeler ve program düzeyinde birlikteliği diye düşünüyorum. Bu bağlamda ülkemizin geleceğini sistem içi/reformist arayışlarda görmeyen çevrelerin önder ve kadrolarının, akademisyenlerin kısır polemiklere muhatap olup ekranlardan “öğüt” yağdırmalarını, söz yarışına girmelerini enerji kaybı olarak görüyorum. Oysa çoğu saygın bu beyin takımı yüreklerini de ortaya koyduklarında egemenin/sistemin sarsıntı geçireceği sosyolojik bir gerçeklik. Bu sarsıntının yol açacağı enerji, toplumsal düzeyde bir sinerjiye neden evrilmesin ki. Yinelemekte yarar görüyorum enerjinin boşa çıkmayıp sinerjiye dönüşüp halka ulaşması ve sonuç vermesi, bu topraklarda yaşanmış tarihsel örneğiyle bütün dünyaya kanıtlanmıştır. Tam da bu aşamada ilkelerin, programın, ütopyanın içini doldurmak, halka ulaşımını sağlamak, içselleşmesine katkı sunmak siyasi öncülerin, akademisyenlerin, aydınların, tüm Cumhuriyet yurttaşlarının dayanışma ile başarabileceği bir görev bilinmelidir.
Ülkemizi yaklaşık yetmiş yıldır yöneten anlayışı yineleyip tartışmak, özellikle son yirmi yılda patinaj yapmanın zamanı değil. Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimi’nin kesintiye uğradığı yıllardan sonra geldiği son durum tartışılamayacak denli çarpıcı/korkunç! Bunu ancak deve kuşları göremez. Yeni deve kuşları olarak tarihte yer almak istemeyenlerin sorumluluğu belirleyicidir ve tarihsel olacaktır!
Bu saptamaları yaptıktan sonra ülkemizin sorunlarına köklü-köktenci/radikal çözüm bakışının zorunlu olduğu düşüncesi öne çıkacaktır. Kuşku yok ki zor ve çileli bir yolculuğun tercihidir bu.
Böylesi bir yolda günümüz siyaset arenasında yapılagelen siyaset etiğini reddetmek ilk tercih olmalı!
Halk dalkavukluğunun suç ve “ayıp” sayıldığı, gerçek Halkçılık ilkesini diğer Devrim ilkeleriyle bütünleştirildiği bir tercih!
Siyasetten beslenmek ve gelecek tesis etmek/ikbal kaygısını baştan reddetmek tercihi!
Kişi merkezli kurtuluş reçetelerini reddetmek tercihi!
Kısaca Türk Devrim Tarihinin iki yüz yıla yaklaşan birikiminin temsilinin tercihi!
Özellikle son yüz yıllık Cumhuriyet Devrimi’nin ilk yirmi yılını kararlı savunabilme tercihi!
Yine bu yılların toplumumuza kazandırdığı eğitim-kültür-bilim, sağlık vb. alanlardaki atılımları, aydınlanma ve “Arasız Devrim” İlkelerini benimseyip kabullenme, savunma ve sürdürme kararlılığının tercihi!
(……….)
Seçilen ve çoğaltılabilecek öncelik ve tercihlerin alt yapısı Türkiye toplumsal yapısında var mıdır sorunsalı çok tartışmalı ve hassas bir konudur. Özellikle basında ve sosyal medyada, bilinçli ya da bilinçsiz bir kara propaganda hız kesmiyor. Sistem güçleri ve bunlara aldanmışlarda çokça yaygınlaşan “bu emeklilerle”, “bu kadınlarla”, bu gençlerle”, yani “bu halkla bir şey olmaz” üstenci hastalığı/salgını sistem içi arayış sonuçlarının bir sonucu ve hüsranıdır. Ve tarihsel yenilmişlik yıkımının/psikozunun son görüntüsüdür!
Öyleyse son yazılarımda ısrarla dillendirdiğim uzun erimli ve stratejik yaklaşım yine öne çıkıyor. Seçimlere kilitlenen -halkı da buna inandıran- kimi siyasiler bu çıkmazdan kurtulmalı, dar pencerelerden değil çatıdan bakma, ufkunu görmeliler artık!
Çatıdan Türkiye’ye/dünyaya bakılınca kimlerle hangi ilkeler ve programla bir araya gelineceği kendini gösteriyor. Çıkmaz sokaklar netleşiyor, Rota belirginleşiyor.
Cumhuriyet Devrimi Merkezinde birleşmek öncelikli adres olmalı.
Bu bağlamda her türlü yerli/yabancı gericiliğin-yozluğun-cemaat/tarikat örgütlenmelerinin emperyal temsilcilerin önüne geçmekte kararlı olmak,
Kesintiye uğratılan Türk Devrimi’nin tekrar rayına oturtmak:
Bunun için “Karma Ekonomi ”ye dayalı kamucu-halkçı kalkınma planı,
Bunun için, eğitim-kültür-spor-sağlık gibi halkın yurttaşlık bilincini geliştiren öncelikler,
Bunun için “Türk Devrim Yasaları” nın eylemsel olarak uygulanması, “Aralıksız Devrim” anlayışının yeniden uygulanması koşullarının hazırlanması,
Dış ilişkiler açısından;
Yeni dünya dengelerini doğru görmek, ulusal çıkarlarımızı buna göre biçimlemek, “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini doğru kavramak,
Bunun için NATO-ABD-AB’ ye karşı tutum net olmalı,
Bunun için RUSYA-İRAN-SURİYE-IRAK başta olmak üzere komşularla ilişkiler net olmalı,
Bunun için “Denge Siyaseti” yerine ülke çıkarlarını gözeten kararlı ve bağımsız bir politika öne çıkarılmalı…
Cumhuriyet Devrim ve İlkelerinden, “Altı Ok”un hiçbirinden ödün vermeden, Tüm saldırılara karşın, Türkiye’nin Halkçı-Devletçi, Yurtsever, Ulusalcı, Laik Devrimci, Kemalist ve Sosyalistlerinin birlikteliğiyle –“TÜRKİYECİ GÜÇLER” (1)- bunun başarılacağına güveniyorum.
(1) Birilerinin son günlerde “Türkiyeci görünmek” adına ağızlarına yakışmayan biçimde kullanmaya çalıştıkları bu söylem, “Kurtuluş Savaşı” ile başlayan savaşımın, Altmışlı Yıllarda daha da yükselen Devrimci Dalgasının simgesidir!