Bu günlerde “siyaset”e ilişkin yazmak/konuşmak oldukça yaygın. Belki de kolay/kolaycılık da denilebilir buna. Aslında “kısır polemik” desek daha doğru ya. Dar bir alana, kulvara sıkıştırılan toplum siyasal anlamda “yandaşlık”a zorlanıyor. Bu durumu kabullenemeyen, aslında kabullenmeyen, itirazı olan, kimlik/kişilik sahibi, beyni ve yüreği ile var olan, akılcı ve bilimsel düşünmeye/çözümlemeye öncelik veren, deneyim/birikim sahibi ve bunları aktarmaya gönüllü, özverili, nitelikli “siyasal erozyona uğramayan” kesim kendine özgü sayılarak dışlanmakta, dahası “tukaka” edilmekte, dinozorlaştırılmakta bir bakıma!
Özgün ve bağımsız düşünme, çözüm üretme, aykırı söylem ve eylemden uzak durma, akılcı-bilimsel öneri ve eleştirilerden sakınmak sessizliği “doğru tutum/siyaset” diye yaygınlaşmakta! Belirlenen kamp ya da bloklaşmaya/cepheleşmeye katılmak, destek belirtmek, yüzeyselliğin, derinlikten yoksunluğun rehavetinde bir söylem ve de siyaset, mobbing -bezdiri- ten öteye büyük baskıya dönüşme durumunda…
Seçime odaklanan yaygın bir kitle, iktidarıyla, sözüm ona muhalefetiyle “manipüle” edilmekte!
Ülkenin gerçek sorunları ve bu sorunlara uzak kalan söylem ve eylemleriyle etnik ve dinsel, bütünüyle değerler bağlamında halkımız sömürülmekte!
Yurt ve dünya gerçeklerinden kopuk, toplumsal çıkarlarımızdan uzak -dahası çelişik- tutumlarıyla, politik savrulmalarıyla ve de ilkesiz-güvenilmez halk dalkavukluğuyla oy devşirme çabası, ikiyüzlülüğü ayyuka çıkmış!
Egemen siyasi önderlikler, iktidar ve muhalefetin büyük çoğunluğu ile aynı ya da benzer yöntemlerle topluma öfke pompalamakta, bundan kendince sonuç çıkarmaya, yararlanmaya/beslenmeye çalışmaktalar!
Öncelikle hükümet olma sorumluluğu taşıyanların çok daha özenli, gerçek anlamda birleştirici ve “devlet adamı adabı”na yakışan tutum ve söylemiyle “örnek” olmaları tartışılamaz bir öncelik, ertelenemez görev ve sorumluluktur!
Hele yaygınlaşan bunun tam zıddı tutumlar, taşra ve alt örgütlenmelerde “görev” diye algılanırsa -ki hızlı biçimde öyle anlaşılıyor ve gelişiyor- bunun vebalini/sorumluluğunu kim nasıl karşılar? Nasıl öder?
Yazılı ve görsel basında “yancılık” ayrıca sosyal medyayı da çok iyi kullanan “şarlatanlar”, “troller” sayesinde masum kitleler “feleğini şaşırmaktalar”. Anlı-şanlı tv kanalları, yandaşlık ve karşıtlık düzleminde yarışmakta. Yazılı basın ve birçok haber kanalı, dahası sosyal medya olmadık yöntemlerle “çamur at izi kalır”, “yetmez ise daha büyük yalan” şiarıyla toplumu germekte, adeta düşmanlaştırmaya çalışmakta!
Bu ve benzer tutumlardan hareketle halk yapay ve sığ kümelenmelerle kamplaşmakta, beyin aforizmaları yerine duygu-kin-öfke güdüleriyle, bilinçli söylem, biçem -üslup-, davranış ve eylemden uzak kalmakta; Bir bakıma “çirkinleşmekte”, çirkinleştirilmekte. Yoksunluğun böylesi, önyargıyı pekiştirmekte, aidiyet duygusunu öne çıkarmakta, giderek ne yazık ki saplantıya dönüşebilmekte, dahası “öteki” ve “düşman” sözcükleri kavram olarak bilinç altına yerleşmektedir. Sonuçta bu bilinç altı gerçekliği davranışa ve nihayet eyleme dönüşebilen pimi çekilmiş bir bombadan hiç de farksız olmayacaktır!
Bu sosyolojik öngörü ve gerçekliği görmeyen/göremeyen ister siyasi, ister akademik, ister diplomatik, ister askeri - emekli ya da muvazzaf -, ister san’ına sanatçı ya da aydın densin, ister eski solcu yeni liberal, “sosyalist” ve de “komünist” ya da sağcı tümünün bugünlerden olduğu denli yarınlardan da sorumlu olacağı unutulmamalıdır!
Her seçim öncesi yaşanabilen doğal heyecan, duygu ve aidiyete bağlılık, örgütlü olma bilinci ve davranışından, sorumluluğundan söz etmiyorum. İçinde bulunduğumuz başta ekonomik çıkmazın yanında, kültürel ve bütünüyle sosyal çürümenin ötesinde daha büyük tehlikelerden, olasılıklardan ve emperyal senaryolardan söz ediyorum.
Geçen yüzyılın yirmilerinde olduğu gibi iç ve dış düşmanların hazır lokması benzetmesine muhatap olmak Mustafa Kemal Atatürk’ün kemiklerini sızlatır. Unutanlara anımsatılır ki Atatürk’ün evlatları böyle bir yazgıyı bir kez daha yırtıp tarihin çöplüğüne atmasını bilir!