Cumhuriyetin ilk on beş yılından sonra adım adım değişim, dönüşüm ve yeni rota arayışları süregelmiş. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya dengeleri ülkemizi fazlasıyla etkilemiştir. ABD başta olmak üzere Emperyalizme bağımlılık artmış, Atatürk’ün iç ve dış politikası ve ilkeleri ikinci plana itilerek halkçı-kamucu ekonomi terk edilmeye başlanmış. Komünizm ve Sovyet düşmanlığı merkeze alınarak dış siyaset belirlenmiş, NATO’ya girilmiş ABD yörüngesi/uyduluğu yeğlenmiştir. Batıcı işbirlikçi uygulamalar değişik hükümetlerce artarak devam etmiş. Son yirmi yılda ise ekonomik bağımlılık zirve yapmış, ülke iflasın eşiğine dayanmıştır.
Tehlikenin boyutu hiçbir dönemde bu denli yükselmedi!
Tarihin en büyük ekonomik yıkımı çalışanların üzerine fatura edilmekte!
Ülkemizin bağımsızlığı, ulusal bütünlük, laiklik, adalet gibi konular bıçak sırtı!
Eğitim, çağdaş-bilimse-demokratik-laik eksenden ve ulusal olmaktan giderek çıkarılmakta, -üstüne üstlük- dinci, yobaz, tarikatçı yurt ve vakıflara devredilmekte!
Cumhuriyetin kamucu/halkçı birikimi tamamen tasviye edilmekte!
Son TBMM, tarihinde olmadığı denli Cumhuriyet düşmanları, tarikat ve cemaatçilerle ve laiklik karşıtlarıyla doldu!
“Yeni Anayasa” diye dillendirilen artık cumhuriyet düşüncesinin ve Cumhuriyet Devrimi’nin izlerini tamamen silmek, Devrim karşıtı düzenlemeyi sözüm ona “hukuksal/anayasal” bir metne dönüştürmek!
Bu durum ve koşullar sorunun ne denli büyük ve sistemsel olduğunu, yeni bir strateji gerektirdiğini gösteriyor. Öngörü yoksunları ya da siyasi egemenler emperyalist öneri ve programları tekrar parlatıp halkımızın önüne yeni çözüm diye sunmakta. 12 Eylül 1980’e, onun ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitim politikalarına karşı olduklarını söyleyen geniş bir çevre, Atatürk’ten, onun kamucu/halkçı, devletçi, laik, bilimsel/akılcı ve devrimci ilke ve politikalarından ödün vere vere “değişim”, “dönüşüm” sanalı ile bugünlere sürüklendi. Cumhuriyet karşıtlarının cesareti, pervasızlığı, densizliği ve gücü böylece alan buldu, genişledi; Cumhuriyetin kellesini isteme noktasına ulaştı!
Fakat öte yandan emperyalizmin ve yerli gericiliğin çürümüşlüğü, pisliği de örtülecek gibi değil artık. İşte bu koşullarda “durumdan görev çıkarmak” ufku genişlerin, siyasi önderliklerin sorumluluğunu öne çıkarıyor. Her şeye karşın Türkiye’nin, Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Devrimini/Arasız Devrim stratejisini savunan büyük bir gücün varlığını kimse yadsıyamaz! Ancak bu gücün dağınıklığı, bölünmüşlüğü, biraz da yorgunluğu ve buna bağlı yılgınlığı dikkate alınmalı, önemsenmeli diye düşünmekteyim. Özellikle Cumhuriyetin Atatürkçü-Devrimci önderliği ve kadroları neredeyse seksen yıldır yıpratma, karalama ve saldırı altındadır. İlkeleri eritilerek yok edilmeye çalışılan bir anlayış olarak tarihten silinmek istenmekte! Bu saldırı karşısında Cumhuriyet ve Devrim ilkelerine ve Yasalarına sarılmanın yerine o dönemle hesaplaşmaya yönelmek korkunç bir hata olmuştur. Burada sadece bir partiden değil, kendini Cumhuriyetçi, Kemalist/Atatürkçü, Sosyalist tanımlamalarla adlandıran parti- dernek-kitle örgütlerinin birçoğu ad verilmeden sertçe uyarılmakta ve kimse “günah keçisi” ilan edilmemekte!
Türkiye’nin geldiği son yol ayrımında Atatürkçüler ve Sosyalistler için bir tercih tarihsel öneme ve belirleyiciliğe sahiptir. Gelinen noktada geçmişe dayalı ayrılıklar her iki anlayış için günümüz koşulları ve öncelikleri açısından önemini ya da önceliğini yitirmiştir. Ülkemizi ve Dünyayı tekrar tekrar tahlil etmek ve dolayısıyla ayrışmak artık geride kalmıştır/kalmalıdır. Deyim yerindeyse bıçak kemiğe dayanmıştır! Cumhuriyetimizin 100. Yılında “2.Cumhuriyetçiler”in ve Cumhuriyet Düşmanlarının/Yeni Osmanlıcıların ve Orta Çağcıların önünü kesmek, Cumhuriyet Katarını tekrar Rotasına sokmak tüm Kemalistlerin ve tüm Sosyalistlerin birleşip bütünleşmesinden geçmektedir! Bu birleşmenin tarihsel zorunluluğu, koşulları da iklimi de beraberinde oluşturacaktır.
Tam bağımsız Türkiye için!
Planlı, halkçı/kamucu ekonomi için!
Laiklik için!
Cumhuriyet için!
Halkçı TBMM için!
Diğer ilke ve programlar çantada kalsa/sonraya bırakılsa bunlar yetmez mi?
Sadece bir dilekten, öznel bir istekten söz etmiyorum. Kuşkusuz ayrılıklar vardır, hep olacaktır da. Ancak ayrılıklar, Cumhuriyet Tarihi boyunca hep vardı. Özellikle 1970’lerden 1990’lara taşınan sertlik ve yıpratan yıkıcılık, uzlaşmazlıklar ve çelişkiler, tarihin tozlu raflarına kaldırılmalı! İlgili önderlikler bunu sağlamadıkça, bu adımı atmadıkça, bu özveri ve “büyüklük” gösterilmedikçe tarihsel sorumluluktan kurtulamazlar!