Hükümet ve bileşenlerinin Cumhuriyete ve Devrimlere soğuk ve uzak bakışı öteden beri biliniyordu. 100. Yıl Kutlamaları da kör ve sağırları oynayan bir anlayışın sonucu yüzeysel, niteliksiz ve savsaklayıcı görüntülerle geçiştirildi. Kimi valilerin ve birçok belediyenin Cumhuriyet coşkusunu, toplantı ve şölenlerini baltalama çabası gözlerden kaçmadı.
Devletin -Saray ve Hükümet- çoğunlukla kasıtlı kutlama-ma-ları birçok muhalif parti ve çevreyi şaşırtmış/kızdırmış! Aslında şaşıranlara şaşmalı. Mustafa Kemal’in Cumhuriyetçi ve Devrimci tavrına ilişkin Rauf Bey, Fuat Paşa, Refet Paşa, Kazım Karabekir gibi yakın geçmişteki yol arkadaşları karşı çıkmadılar mı? O’nu engellemek için neler yapmadılar. Kararlı bir duruş bu kesime geri adım attırdı. İşte “Devrimcilik” budur!
Bu yapaylık karşısında halkımızın Cumhuriyete bağlılığı sevgisi, coşkusu, kararlılığı ve insan seline dönen eylemliliği sokaklarda ve Anıtkabir’de milyonların aynı zamanda tepkisiyle bütünleşti. Ancak bu Cumhuriyete, Cumhuriyet Devrimlerine ve Atatürk’e bağlılık bütünleşmesi, siyasi önderlik ve stratejik öngörüden ne yazık ki uzaktı. Siyasi önderliklerin dağınıklığı, yetersizliği ve içsel sorunları bir kez daha ortaya çıktı. Oysa Cumhuriyetin ikinci yüzyılına daha stratejik bakışla yaklaşım, Devrimlere sahip çıkma, yaşatma, güncelleme ve Arasız Devrim kapısı aralanabilirdi. Üzgünüm, bu kaçtı!
Ama her şey bitmedi, birkaç anımsatma ile yine önümüze bakıp çözüm üretmek zorundayız. Mustafa Kemal’in sağlığında çoğu zaman yer altına inen Cumhuriyet ve Devrim karşıtları inceden CHP içinde kümeleşerek yer üstüne, “yasallığa” çıktılar. Daha sonra derneklerle, vakıflarla, tarikat/cemaat destekleriyle, açılıp kapanan/kapatılan partileriyle Cumhuriyet karşıtlığının merkezini oluşturdular.
Gelinen son dönemde eğitimi dinselleştirme çabasındalar!
Tarikat/Cemaat yapılanmalarının toplumsal yaşama müdahalesi artarak devletle bütünleşme düzeyine yükselmiş!
Diyanet eğitime bulaşmış, Yürütmede, Yargıda etkinlikleri egemenlik düzeyine ulaşmış!
Saray yaşamı yaygınlaşarak saltanat kurumsallaşmış!
Cumhuriyetin ve Devrimin ilke ve kazanımları askıya alınmış!
Adım adım bu gelişmeler yaşanırken birçok yapılanmada, partide, özellikle CHP içerisinde kümelenen Rauf Beyler, Refet Beleler, Kazım Karabekirler, Ekmeleddinler ve bütünüyle Liberal ve 2.Cumhuriyetçiler sorgulanmadan yeni rota belirlenemez!
Yıllar boyunca geniş muhalefetin ve Cumhuriyetçi güçlerin bölük pörçüklüğü Cumhuriyet karşıtı eylemleri, düzenlemeleri hızlandırdı. Gelinen noktada Devrimci-Kemalist Cumhuriyet öcüleştirilerek içi boşaltıldı. Sadece “cumhuriyet” sözcüğünü sık telaffuz eden, anlamından, yüklediği sorumluluk ve görevden uzaklaşılarak yüzeysellik içinde bir kavramdan ve bir hamaset aracından söz edilir oldu. Oysa bizim cumhuriyetimiz, Kemalist bir Devrim ile kuruldu. Arasız devrimlerle sürdürülüp, tamamlanması gereken bir ütopyaydı aynı zamanda. Kuruluştan 15-20 yıl sonra toplumca özümsenip içselleşmesi gereken ülküsü/ütopyası, gıdım gıdım törpülendi, aşındırıldı; son yıllarda da Devrim karşıtlığına dönüştü.
Bu süreçte şu ya da bu çevrenin hata ve yanlışlarını yinelemeyi gereksiz görüyorum. Günah keçisi arayışında değilim, patinaj yapmayıp önümüze bakmayı doğru buluyorum.
Ne yazık ki geldiğimiz aşamada Cumhuriyete ilişkin yapılan yanlışların ve kasıtlı değişiklik ve dönüşümlerin giderilmesi artık çok zor. Sistem içinde çözüm olanaksız. Korunacak bir Cumhuriyetten söz etmek olası değil! Belki yeniden oluşturmaktan, yeniden kurmaktan, yeni bir yapıdan söz edilebilir. Ancak son aylarda “yeni”, “dönüşüm”, “yenileşme” diye toplumu avutmaya, oyalamaya çalışan “havuzcu” bir anlayış pompalanmakta. Aslında elli yıldır süregelen içi boş “Cumhuriyeti koruma” taktiklerinin son versiyonu -görünümü- değil mi?
Kuşkusuz Cumhuriyet devrimci atılımlarıyla ve kurumlarıyla bir dönem “bekçilik”le korunabilirdi. Ama bu çok gerilerde kaldı. Biz “Sarı Öküzü” vereli yetmiş yılı geçti. O günlerden bu günlere “bekçilik” ve “koruma” çabasında başarısız olduğumuz kabullenilmeli artık! Bekçilik yapılacak ya da korunacak neyimiz kaldı diye sorgulama gecikmeden yapılıp yol haritası öyle hazırlanmalıdır! Bu sorgu ve çözüm arayışı bizi/toplumsal çözüm arayıcılarını bir yol ayrımına getirir/getirdi. Korunacak pek bir şey kalmayınca Mustafa Kemal’in yaptığı gibi Samsun’a çıkılır; devrimci tavır stratejiye dönüşür! Bu tavır/tutum içinde “ama”, “fakat”, “lakin” gibi çekinceli ve ikircikli sözcükleri kabul etmez. Eğer öyle olmasa idi Mustafa Kemal Samsun’a çıkamaz, Sevr’i yırtamaz, Hilafeti-Saltanatı kaldıramaz, bir dizi Devrimlerle Cumhuriyeti şaha kaldıramazdı. Türklerin Atatürk’ü olamaz, Yüzyılın önderi sayılamaz ve bir “hain” olarak kalırdı/silinirdi.
Cumhuriyet Devrimi bize bugün güncel/somut görevler yüklüyor. Kurumlarıyla içi boşaltılan yıkılan ve yok edilen Cumhuriyet nitelik olarak Kemalist Cumhuriyeti temsil etmiyor edemez de! Kuşkusuz dünya üzerinde adı “cumhuriyet”le başlayan onlarca ülke var. Bu teknik ayrıntıya girmeyeceğim. Yetkin siyasal bilimciler ve sosyologlar bunu ayrıca değerlendirir/değerlendirmişler de. Ancak bizim Cumhuriyetimizin 100. Yılında yukarıda belirtiğim sorgulama ve eleştiri/özeleştiri ivedilikle bitirilip Devrimci bir tavırla yola koyulmamız daha ötelenemez.
Son üç günlük 100. Yıl Cumhuriyet Kutlamalarına bakıldığında sorunun halktan kaynaklanmadığı net görüldü. Halkın/Türk Ulusunun Cumhuriyete bağlılığı tartışılmamalı bile! Siyasi önderliklerin yetersizliği/kurmay yetersizliği gerici yapılanmaların önünü açmakta, halkın aldatılmasına yol açmakta.
Bu nedenle öncülerin kendilerini sorgulaması ve en kısa sürede bir Cumhuriyet Cephesi -Türkiye Cephesi- oluşturulması ivedilik taşımakta. Bir kez daha yineliyorum; bu bir siyasi cephe sorunudur! İdeolojik tavır/tutum sorunudur! Bu cephe için Kemalist-Sosyalist İttifakı olmazsa olmazdır. Halkın değişik düzeyde Cumhuriyetçi Öncüleri, Demokratik Kitle Örgütleri Temsilcileri, Köylü ve İşçi Sınıfı Önderleri de Cumhuriyetçi Aydın ve Düşünürler de bu cephe için özveriyle çalışmalı.