Filistin… ve tarih boyunca yerleşememiş Yahudiler… Çok eskilere dayanan bir mesele... Bu derin konuya bu yazıyla kısa bir başlangıç yapmak için son asırdaki gelişmeleri kronolojik olarak sıralamak ve resmetmek ve günümüzdeki vaziyetin neden böyle olduğunu anlamak bakımından aydınlatıcı olacaktır.
1516 yılından beri Osmanlı idaresinde barış içinde bulunan Filistin’in 1917’de İngilizlerin eline geçmesi ve 1948’e kadar İngiliz işgal idaresi ve manda rejiminin sürmesi.
İngilizlerin 1917’de Yahudilere Balfour Deklarasyonu ile başından beri Filistin’de bir vatan verme iradelerini ortaya koymaları.
İngiliz idaresine karşı Yahudi çetelerin terör eylemlerinden sonra İngilizlerin konuyu Birleşmiş Milletler’e havale edip bölgeden çekilmeleri…
Holokosttan (Nazi Soykırımından) kaçıp gelen Yahudilerin Filistine yerleştirilmeleri.
Nazi Katliamından kaçıp gelen Yahudi nüfusa rağmen Filistin’de az bir nüfusa sahip olan Yahudilere 1948’de Birleşmiş Milletler taksim planında yüzde elli altı oranında toprak önerilmesi.
Filistinli Arapların Birleşmiş Milletler paylaşım planını kabul etmemesi ve bunun üzerine çıkan elim Nakba hadisesiyle Yahudilerin daha fazla toprak işgal etmesi, Filistinlilerin topraklarından sürülüp çıkartılmaları… 14 Mayıs 1948’de İsrail’in bir devlet olarak ortaya çıkışı… Bir etnik temizlik ve zorunlu göç niteliğinde olan Nakba Hadisesiyle 750 bin Filistinli, yaşadıkları yerleri terketmek, kaçmak zorunda kalmış veyahut sürülmüş ve bir daha geri dönmelerine İsrail tarafından izin verilmemiştir.
Batılı devletlerle birlikte Türkiye’nin 1949 yılında İsrail’i ilk tanıyan devletler arasında yer alması ve 1950 yılında Türkiye’nin İsrail’de diplomatik temsilcilik açması.
1967 yılında etrafını çevreleyen Arap devletlerinin kendisini yutacağını dünyaya ilan eden İsrail bu sebeple ilk saldırıyı yapıp Mısır’ın ve çevre ülkelerin hava kuvvetlerini yok ederek tüm Arap Dünyası’na galip gelmiştir. Sonuçta Mısır, Sina Çölü’nü kaybetmiş İsrail ise Filistin’de yeni topraklar işgal etmiştir. Doğu Kudüs, Gazze Şeridi, Golan Tepeleri ve Sina Çölü'nün kontrolünün İsrail tarafından ele geçirildiği Altı Gün Savaşı olarak bilinen 1967 Savaşı neticesinde Pan-Arabizm fikri iflas etmiş ve Araplar İsrail’e karşı siyasetlerini kalıcı olarak değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardır.
6 Ekim 1973’te Mısır ve Suriye 1967 Savaşında kontrolünü kaybettikleri toprakları geri almak için İsral’e sürpriz bir saldırı düzenlediler. İsrail Amerikan desteği sayesinde işgal ettiği toprakları elinde tutmayı başarmıştır. Yom Kippur Savaşı olarak da bilinen bu Savaş neticesinde ise İsrail, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Çölü'ne hakim olmaya devam etti.
1974’te İsrail’in devlet olarak var olmasına prensipte karşı çıkmadıklarını ancak topraklarını geri istediklerini belirten Filistin Kurtuluş Teşkilatı Birleşmiş Milletler’de gözlemci statüsüne alınmıştır.
1993’te yapılan Oslo Görüşmeleri İsrail ve Filistin arasında 1967 öncesi sınırlara dönüşü amaçlayan anlaşmaları sonuç vermişti. Ancak İsrail çeşitli bahaneler ve ayak diremelerle bu anlaşmaya uymadı ve işgal ettiği topraklardan çekilmek şöyle dursun bu topraklara dünyanın dört bir yanından teşviklerle getirdiği ve adına yerleşimci dediği yeni Yahudi nüfusu yerleştirdi.
2004 yılında Filistin Kurtuluş Teşkilatı’nın lideri Yasir Arafat İsrailin kuşatması sırasında vefat etmiştir. Arafat’ın temsil ettiği siyasi kanat olan El Fetih, seçimleri kazanan Hamas’ın zaferini tanımamış ve iki siyasi teşkilat arasında kanlı bir gerilim süregitmiştir. Hamas, Filistin’in tamamında etkin bir siyasi otorite kuramamıştır. Birçok devletin Filistin’i devlet olarak tanımasına ve aradan geçen onca yıla rağmen ordusu ve kurumlarıyla kurumsal bir Filistin Devleti başarılı bir biçimde yerleştirilememiştir.
İsrail her yönüyle güçlü ve kurumsal bir devlet olurken ve saldırgan (mütecaviz) tutumunu yeni işgallerle devam ettirirken Filistin Davasını bir Arap Davası olarak gören ortadoğu ülkeleri her yeni saldırıda Filistin’in daha fazla toprak kaybetmesine engel olamamışlardır.
Filistin Davası neden sahipsiz kalmıştır? Filistin Davası Osmanlı’nın zevali ile birlikte Arap Davası haline gelmiştir. Osmanlı’dan ayrılan Arap milletlerini tek çatı altında toplamak yani Pan-Arabizm Şerif Hüseyin’den beri Arap Dünyasında geçerli olan bir fikirdi. Bu sebeple Filistin Davası da Arapların ortak davası olarak muamele görecekti. Arap yöneticiler kendi bölgelerinde Türk nüfuzu ve etkisi görmeye dayanamaz olmuşlardı. Osmanlı’nın son döneminde etkili olan İttihat ve Terakki Partisi’nin kötü yönetim uygulamalarının da bu nefrette payı olmakla birlikte Osmanlı’yı yıkan devletler kurdukları yeni sistemde Türkler ve Arapların birbirlerinden nefret etmelerini temin etmeye çalışmışlardı. Milliyetçilik akımlarının revaçta olduğu öyle bir dönemde çok kullanışlı olan nefret olgusu yeni ulus-devlet kimliklerinin inşasında temel bir unsur olarak benimsenmişti. Eskiyi kötüleyerek yeni bir milli kimlik inşa etmek kolay olduğu için Osmanlı bakiyesi hemen her devlet bu olguyu benimsemiştir hatta Osmanlı’nın hukuken halefi olan Türkiye Cumhuriyeti de… Yeni kurulan Arap devletleri, kendi devletleşme ve kurumsallaşmalarını tamamlamakla uğraşmak ve bu arada kendi aralarında girdikleri güç mücadeleleri ve bir yandan da Arap Dünyası’nın liderliği konusundaki yarışları sebebiyle Filistin Davası ile gereği gibi ilgilenememişler ve bu Davayı bihakkın temsil edememişlerdir. Türk Dünyası’nın da bahsedilen konjonktür sebebiyle ilgilenemediği Dava sahipsiz kalmıştır. Binnetice, üç büyük din tarafından kutsal görülen bu topraklara sahip çıkma görevi zavallı Filistin Halkı’nın sırtına yüklenmiştir.
Cok aciklayici bir metin ,tesekkurler
Great work
Congraculations