İnsan yeryüzüne mi aittir? İnsan Dünyalı mıdır yoksa buraya birbaşka yerden yıldızlar ötesinden mi gelmiştir? İnsanın özü nedir, o beden elbisesini giyip dünyaya gelen ruhsal bir varlık mıdır? İnsan yeryüzüne nasıl ve niçin gelmiştir? Doğa veya Tanrı onu nasıl var etmiştir?
Hayata kötümser baktığında ve bedbin olduğunda insan, başlangıçta sorulan soruları sormakta ve belki kendisine sorulsaydı bu dünyaya gelmeyi seçmeyeceğini iddia etmektedir. Peki gerçekten bu dünyaya gelirken insanlara tek tek sorulmamış ve onların rızası alınmamış mıdır?
Bilimin bu sorulara bir cevabı yoktur. Çünkü bilimsel yöntemle bu soruların cevabını bulmak mümkün olmamıştır. Tam da bu sebeple bilim çevrelerine göre insanlık tarihine dair anlatılanların önemli bir kısmı “efsane” olarak nitelendirilmektedir. Nitekim bu konuda müslümanların kutsal kitabı Kuran’ da, inanmayanların insanlık tarihine dair anlatılan geçmiş olayları “esatir-ül evvelin” yani eskilerin hikayeleri olarak değerlendirdikleri ve bu sebeple bunlara itibar etmedikleri aktarılır. Dikkat edilmelidir ki, yeryüzündeki her bilgi, parçaların birleştirilmesine hizmet etmektedir. Bilimsel bilgi de sınırlı bilme biçimiyle bu parçalardan yalnızca bir kısmını teşkil etmektedir. Doğal olarak insanın tüm bilgisi bilimsel bilgiden oluşmaz. O halde bize ulaşan tüm bilgilerle sorulara cevap arayalım.
Aslında bu yazıyı okuyanlar yaratılışı (tekvin, genesis) anlatan hatta buna dair anatomik bilgiler veren kutsal kitap ayetlerini hatırlayacaklardır. (Bkz. Kuran’da Alak Suresi) Benzer şekilde Adem ile Havva’nın cennetten çıkarılmalarına ve Dünya’ya gönderilmelerine dair kıssalar hemen her semavi dinin kitaplarında mevcuttur. Ancak bu yazıda asıl cevabı yakalanmaya çalışılan soru şudur: Ne oldu da insan ya da insanlar Dünya’ya gönderildiler veya buraya gitmek istediler. İnsan yeryüzüne gitmeden Yaratıcı’ya nasıl bir söz verdi, karşılığında ne yüklendi, insanın yaptığı ahit neye benziyordu?
Bu soruların cevabını merak etmek şu cihetle tabiidir zira Adem ve Havva’nın Dünya’ya geliş sebebi diğer insanları bağlamaz, eğer burada bir rızailik ve iradilik sözkonusu olacaksa her bir insana tek tek sorulmuş olması lazımdır. O halde bana sorulsaydı ben Dünya’ya gelmek istemezdim diyen kişi kendi sebebini bilmek isteyecek ve arayacaktır.
***
İnsan’ın Dünya’ya gelişini tetikleyen sebep ya da ahit, önceden bilip sonradan unutturulduğumuz bir şey de olabilir. Nitekim Bab’ Aziz adlı İran filminde insanın önceden bildiği şeyleri Dünya’ya geliş sırasında unutturulduğunu anlatan bir sahne vardır. İnanışa göre bir melek unutturmak için insanın dudaklarını parmağıyla kapatır ve burun ve dudak arasındaki girinti böylece şekillenir. Unutturulmaya dair Eski Ahit ve Yeni Ahit diye bilinen Tevrat ve İncil’deki ahit kelimeleri de ilgi çekicidir. İnsan ile yaratıcı arasında nasıl bir ahit gerçekleşmiştir? İnsan yeryüzüne giderken neye imza atmış, ne için söz vermiştir? Bunun cevabını bilmek gerçekten çok zordur, nisyan (yani unutmak) kelimesinden türetilen bir insan olarak…
İnsan olarak kendi ahdimizi, kendi dünyaya geliş sebebimizi açıkça anlatan bir metin bulunmasa da daha önce melek olup sonra Dünya’ya insan olarak gönderilen Harut ile Marut’un hikayesi bize bir ipucu sunabilir. Çünkü onlar da insan ile aynı emaneti kabul etmiş ve yeryüzüne insan hırsı ve iradesiyle donatılarak inmişlerdir.
Kuran’da (Bakara 102) isimleri geçen Harut ve Marut adlı iki melek bir olay üzerine yer yüzüne iki erkek insan olarak gönderilmişlerdir. Ancak Kuran’da genellikle tarihsel arkaplana yer verilmeden konu kendi bütünlüğüyle anlatıldığı için olay çok kısa zikredilmiştir. “… Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi "biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey öğretmezlerdi.”
Harut ve :Marut’un yeryüzüne hangi ahit ile nasıl bir olay üzerine gönderildiklerine dair tarihsel arkaplana ise Mesnevi’nin 73. Bölüm’ünde kısaca yer verilmiştir.
[H]arut ile Marut yeryüzünde yapılan zulümleri, kötülükleri kan dökmeleri görüp yazıklar olsun (insana) dediler. Keşke biz yeryüzüne gidip oraya adaleti, iyiliği, sevgiyi, insafı, merhameti, ibadet ve vefayı yerleştirseydik dediler. İlahi kader ve kaza onlara: Durun, ayaklarınızın altında pek çok görünmez tuzak vardır. Bu yolda ölenlerin saçlarından, kemiklerinden yollar kapanmıştır da vahdet vadisine giden yolcular basacak yer bulamıyorlar. Yol, baştan başa kemik, saç, sinir dolu, o yolda Allah’ın kahır kılıcı nice varları yok etti…. Ancak Harut ile Marut coşkunluklarından… (bu sözleri duymadılar).
Böylece Harut ve Marut da Yaratıcı’ya verdikleri bir söz üzerine emaneti kabul etmiş ve yer yüzüne iradesi ve hırsları olan iki insan olarak inmiştirler. Harut ve Marut’un bir ahd yahut söz ile kabul ettiği bu emanet insanın yüklendiği emanete benzemektedir belki de aynı şeydir. Bu emanet hakkında Kuran’ da, (Ahzab Suresi, 72) şöyle buyrulmaktadır: “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.”
Görülmektedir ki Allah, insana emaneti teklif etmiş ve insan özgür iradesiyle bunu istemiş ve açıkça rıza göstermiştir. Aksi ihtimal yani Allah’ın her bir insana tek tek yeryüzüne irade ve hırs ile donatılarak gitmeyi istiyor musun diye sormaması şu bakımdan uzak bir ihtimaldir: Çünkü Allah insana özgür iradeyi vermiştir ve bunu kullanması için de ona mühlet (süre) vermekte, insanın yaptığı onca kötülüklere rağmen süresinin tamamlanmasını gözetmektedir. Gerçekten insan olarak bize verilen en değerli iki şey irade ve temyiz kudretidir (iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti).
Harut ve Marut’un hikayesinden çıkarım yoluyla ulaşılan sonuçlar şöyle özetlenebilir: Her bir insan yeryüzüne gönderilmek için kendisi istekli olmuş ve imtihan gereği bu olay kendisine unutturulmuştur. Yaratıcı insanı yeryüzüne iyilik, adalet, sevgi, merhamet gibi erdemleri yerleştirmeye gönüllü olması ve bunun için söz vermesi üzerine; özgür irade, hırs, şevhet, temyiz kudreti ile donatarak göndermiştir. Hırs nedir bilmeyen iki melek (Harut ve Marut) de bu emanete talip olunca onları da insana verdiği emanet ile donatıp ahitlerine sadakatlerini gösterebilmeleri için yeryüzüne göndermiştir. Nihayet, insan olarak bize düşen yer yüzüne geliş amacımızı aramak, bulmak (belki hatırlamak) ve o ahde sadık kalmaktır.
Tebrik ederim