Rus Yayılmacılığı Hakkında Uluslararası Hukuk Perspektifinden Bir Değerlendirme
Bir çok güçlü devlet gibi Rusya da uluslararası ilişkilerde etki alanını genişletmek, buna bağlı olarak bir takım çıkarlar elde etmektedir. Devletler bunu bazen hukuka uygun olarak ilgili devletin rızasını da alarak (mesela yazılı veya sözlü, örtülü veya açık bir anlaşma ile) veya lobi faaliyetleriyle gerçekleştirirken bazen de bu nüfûz alanı daha sert tedbirlerle tesis edilmektedir. Öyle ki bu etki alanını tesis etmek için askeri tedbirlere bile başvurulmaktadır. Askerî tedbirlerin ise uluslararası hukuka uygunluğu araştırılmalıdır.
1945’te uluslararası toplum yeni bir uluslararası sistem inşa etti ve tecavüz savaşı başlatmayı, hukuka aykırı kuvvet kullanmak ve böyle bir tehditte bununmayı yasakladı. Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer alan bu ve diğer hükümlere göre devletler birbirlerinin egemenliklerine saygı duyacak, içi işlerine müdahele etmeyecek ve uyuşmazlııklarını barışçıl yollarla çözeceklerdir.
Bir devletin başka devletin toprağına (ülkesine) tecavüz ettiğinin, barışın bozulması ve barışın tehdit edilmesi hallerini BM Şartı madde 39’a göre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tespit eder ve ne gibi tedbirler alacağına kararverir. Birleşmiş Miletler Şartı’nda bu durumlarda alınacak tedbirler daha barışçıl olanlarından en sert askerî olanlarına kadar belirtilmiştir.
Nitekim barışı tehdit eden, bozan veya tecavüz harbi başlatan devletler uluslararası sistem tarafından bir şekilde ekonomik veya askerî tedbirlerle karşılaşmışlardır. İran’a nükleer programı sebebiyle uygulanan ambargolar, Saddam Hüseyin iktidarındaki Irak’ın Kuveyt’e tecavüzü olayında Çöl Fırtınası Operasyonu ile verilen akerî karşılık uluslararası sistemin uygulamalarına örnek verilebilir. Bazen bu yaptırımlar ambargo şeklinde olabilmekte ve büyük ölçüde yerel nüfusu da etkileyebilmektedir. Ancak uluslararası hukuku hiçe sayıp başka devletlere tecavüz etme konusunda karar alan devlet başkanları çoğu zaman etkilenmemektedirler. İşte bu konuda yapılması gereken bu tarz tecavüz ve işgallere girişen devlet başkanları ve diğer karar alıcı kişilerin bireysel cezai sorumluluğunu tesis etmektir.
Her ne kadar literatürde tecavüzün uluslararası teamül hukukuna göre bir suç olduğu dile getirilse de bunun uygulamada karşılığını bulmak güçtür. Tecavüz’ün tanımı ilk kez 1974 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararı ile yapılmış ancak bu metin, tecavüz dolayısıyla devletlerin uluslararası sorumluluğuna ve faillerin bireysel cezai sorumluluğuna yetecek yeterli açıklık ve bağlayıcılığa sahip değildir.
1998 yılında Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1998’ de yargı yetkisi sahibi olduğu suçlar arasına tecavüz suçunu eklemiş, tanımı 2010 Kampala Değişiklikleri ile yapılan tecavüz suçu konusunda 1974 tarihli Tecavüzün Tarifi başlıklı BM Genel Kurul Kararı büyük ölçüde esas alınmıştır. 2017 tarihinde Roma Statüsü’ne Taraf Devletler Meclisi tarafından alınan kararla tecacüz suçu üzerinde yargı yetkisi kullanılması 2018 yılından itibaren mümkün olmaya başlamıştır.
O halde sorulması gereken önemli bir soru karşımıza çıkmaktadır: Hukuka aykırı kuvvet kullanmak ve tehdidi Birleşmiş Milletler Sistemi’nde yasaklanmışken ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne tecavüz suçu üzerinde yargı yetkisi verilmişken nasıl oluyor da bir devlet başka bir devletin toprağına tecavüz edebiliyor, başka bir ülkeyi işgal edebiliyor ve burasını ilhak ettiğini (kendi topraklarına kattığını) beyan edebiliyor.
Bu sorunun cevabı günümüzde süregiden Ukrayna-Rusya Savaşını ve Rusya’nın mütecaviz ve yayılmacı dış politikasını alakadar etmektedir. Tabii ki Rusya’nın politik bakımdan NATO’nun Avrupa’da kendisine verilen sözleri tutmayıp Rusya’ya karşı bir çevreleme politikasına girişmesine cevaben bu Ukrayna’yı işgal ettiği yönünde argümanları mevcuttur. Ancak bu yazıda uluslararası hukuk ve BM Sistemi üzerinden bir analiz yapılacağı için Rusya’nın politik argümanları konu bakımından önemsiz kalacaktır.
Rusya’nın Ukrayna’ya tecavüzü 1974 tarihli Tecavüzün Tanımı Belgesi’nde ve Roma Statüsü’nün 2010 Kampala Değişikliklerinde yer alan tanımda belirtilen büyüklük ve ağırlığa açıkça erişmiştir. O halde nasıl oluyor da Rusya’ya karşı ticari ve ekonomik yaptırımlar (ki pek etkili olmadıkları müşahade edilmektedir) dışında caydırıcı bir yaptırım uygulanamıyor?
Bu sorunun cevabı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve daimi beş üyenin veto sisteminde sahip oldukları hakları üzerinden açıklanabilir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, BM Şartı’nın VII. Bölümü kapsamında diğer devletler üzerinde bağlayıcı tedbirlere ve askerî tedbirlere karar verebilmektedir. Ancak böyle kararların alınabilmesi için daimi üyelerden herhangi birinin veto etmemesi başka bir deyişle ret oyu vermemesi gerekmektedir. Rusya da bu daimi üyelerden biri olduğundan Birleşmiş Milletler Sistemi bünyesinde Rusya aleyhine karar alınamamakta ancak bölgesel biçimde veya tek tek devletler bazında yaptırım kararları alınmaktadır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi kapsamında Rusya Devlet Başkanı Putin ve diğer sorumlular hakkında herhangi bir işlem yapılamamasının sebebi ise tecavüz suçu ile ilgili olarak oluşturulan formülün yanısıra Rusya’nın Güvenlik Konseyi’nde daimi beş üyeden birisi olması ve aleyhine karar alınamamasıyla ilişkilidir. Rusya’nın aleyhine Güvenlik Konseyi’ nden karar çıkartılabilse ancak bu durumda Güvenlik Konseyi müracaatı yoluyla Roma Statüsü’ne taraf olmayan bir devletin vatandaşı olsa bile Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında tecavüz suçundan dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ nde dava açılabilecektir. Her ne kadar görevdeki devlet başkanlarınının uluslararası hukuktan kaynaklanan muafiyeti muhtemel bir yargılamayı akîm bırakacak gibi gözükse de Roma Statüsü’ nün ilgili hükmü uyarınca ulusal yahut ulusararası hukuktan doğan muafiyetlerin herhangi bir pozisyondaki fail üzerinde yargı yetkisinin icra edilmesine engel olmayacağını belirtmiştir. Ancak Rusya’da köklü bir hükümet değişikliği olmadığı veya Güvenlik Konseyi’ nin daimi üyeleri arasında bulunduğu sürece bu senaryo uzak bir ihtimal olarak kalmaya devam edecektir.
Her ne kadar uluslararası sistemde bazı olaylar halı altına süpürülmüş yahut cezasız kalmış gibi gözükse de sistem veya sistem içindeki güçlü aktörler intikamın soğuk yenen bir yemek olduğunun farkındadırlar. Son yüzyıl içerisinde bu intikamların çok ağır cezalar şeklinde bazı devletlere veya liderler kesildiği hatırlanmalıdır. Bunlar arasında Irak ve Saddam Hüseyin’e, Libya ve Muammer Kaddafi’ye kesilen cezalar, yayılmacı siyaseti sebebiyle Japonya’ya atom bombası atılması, Almanya’ ya Hitler sebebiyle kesilen cezalar zikredilebilir. Bu sebeple uluslararası aktörler hangi hareketin uluslararası sistemde nasıl bir dalgalanmaya sebep olacağını öngörmek suretiyle adımlarını atmalıdırlar.
Mükemmel ifade edilmiş yazı
Super yazı yazmışaın tebrik ederim